Koleksiyon: KKTC Kültür Dairesi (No. 242)
Bir Çeşmenin Portresindeki Duygusal Yolculuk1
Metin: Thereza Spanos, 2005
İngilizce’den çeviri: Esra Plümer Bardak
Emin Çizenel’in ‘Tapsss’ serisinde bulunan çalışmaları, en esrarengiz resimlerindendir. Çizenel’in çeşme tasvirleri, sadece geleneksel üretimin endekslendiği çeşmeleri yansıtmayıp; aynı zamanda bu seri, Kıbrıs adasının belirli bölgelerinden, 500 farklı çeşme arasından özenle seçilmiş bir koleksiyondan oluşmaktadır. ‘Çeşme’lerin, bu türlü özgünleştirilmesi, izleyicilerin bu seçimleri birer ‘portre’ olarak hissedilmelerini sağlar. Öte yandan, belirlenmiş çeşmelerin boyandığı teknik, kendilerine özgü evrensel bir genelseme yaratarak, dünyanın çeşmelerine genel bir bağ kurabilmeye eklemlenir. Her çeşmenin yaratılış biçimi, evrensel çeşme anlayışını içerir. Görsel olarak algılanan etki, bize ‘özbeöz çeşmeleri takdim ediyor. Bu vizyon bizi, özelden, genelleştirilmiş bir bakış açısı içeren bir yolculuğa sürüklüyor.
Çeşmeler, belirli fonksiyon ve mekân vurgusu yaptıkları kadar, belirli bir zaman kütlesine hastırlar. Bu çeşmeler geçmişe, geride kalmış bir zamana aittirler. Bunlar, tarihte -önce- ve -sonra-ları anlatan anın simgesi haline getirilmiştir. Hiçbir şey eskisi gibi değildir. Çeşmelerin kendileri, bir anlamda geri alınamaz, mimarlığa ait fragmanların kaybı hissini uyandırırlar. Onlar, müşterek bir hafızaya ait, yapılarında sosyal, fiziksel ve duygusal geçmişin izlerini içerirler. Onlar susamış bir toplumun genel ihtiyacını karşılayan, küçük birer vaha olmakla yetinmeyip, atalarının hikayelerini de taşırlar. Şimdi ise gereksiz kılınan bu çeşmeler artık hiçbir ihtiyacı karşılayamayan birer kültürel ikon, masalcı ve geleneksel mirasa bir anıt olarak konulmaya mahsur kalmışlardır. Böylece, kendimizi kendimize yeniden takdim ederler. Onlarla karşıkarşıya bulunmak bize -yuva-yı hatırlatıp, bildik, güvenceli, hatta rahatlatıcı, manzarada kendine özgü bir iklime sahip olduklarını hissettrirler. Aynı zamanda solgunlaştırılmış yüzeylerinde oturaksız, düzeni bozulmuş bir halleri var, sanki anılar sürecinin arasından çekilip çıkarılmışlar, kayıp bir dünyaya sahip anıtlar, zaman, hadiseler, teknoloji ve zamanın içinden gelerek tarih tarafından açığa çıkarılmaktadır.
Çizenel, yine de bu kişiselleştirilmiş çeşmeleri boyarken, onları yalnızca anma veya kaydetmeden fazlasını yapıyor. Belki de birer portre olarak başlayan bu çeşmeler, Çizenel tarafından anımsanarak benimseniyor ve sonra da uyarlanıyor. Geçmişe doğru boyayarak güncel durumlarını değiştiriyor. Çizenel geçmiş ve güncel arasındaki bariyerleri, çeşmeleri ve herşeyi kendi düşlediği, istediği şekilde canlandırarak yok ediyor. Çizenel çeşmeleri yeniden derleyip onların suskunluğuna/sükutuna bir ses veriyor. Görülmeyen ve sempatikçe meydan okuyan bir davranış içerisinde Çizenel muslukları açarak bir su bolluğu salıveriyor. Taş küvet ve metal musluk üçgeninde birleşimini su elementi ile bütünleştiriyor. Burada, önemli bir bağ kaydedilmiştir. Bu bütünleşme bireysel parçalarının birikiminden daha büyük bir etki yaratmaktadır. Bu harekete geçiriliş, onları çok daha geniş çapla bir çerçeve içerisine alıyor. Bu muslukları açarak, Çizenel gerçekte adada bulunan tüm muslukları de açmış oluyor.
Bu güzel davranışla Çizenel, çeşmelere hayat kaynaklarını ve bir anlamda ruhlarını geri iade edip bizideki yaşamalarını sağlamaya davet ediyor. “Raison d’etre” (oluş sebebi) restore edilmiş, ama artık fisiksel ihtiyaçtan daha fazlasına hizmet ediyor. Bu aslında gerçek bir yerde bir müesseseyi yeniden kurmak, ya da belki de dışlanmış bir kişiliğin keskince geri istenmesidir. Bu, sembolik bir susuzluğun giderilmesinden de ötedir. Öyle görünüyor ki, çeşmelerin yapılışında Çizenel, geleceğe karşı yeni bir güven keşfetti. Böylece bir boşluk köprülendi. Çizenel ne taviz vermeyi ne de vazgeçmeyi göze alıyor.
Özellikle Çizenel güncel durumun absürdlüğünü, çeşmelerin aşikâr ölümlülüğünü/faniliklerini yansıttığını öne sürüyor. Onları boya ile tanımlayarak, faniliklerini onaylamış oluyor. Diğer yandan Çizenel ile onlar ebedileşiyor. Ancak, bu transformasyon onları muhtemel/olası bir geleceğin belirtilerine dönüştürüyor.
Bir şeyin tekrar hayata döndürülmesi, şifa verildiğinin bir göstergesidir. Şifa; yeniden oluşumu, yenilenmeyi, bir dirilişi ima eder. Bu çeşmeler ataların yattığı bölgeleri çağrıştırmakla birlikte, suyun boya ile hareketlendirilişi müşterek ve bireysel ruhun dirilişi; doğum haklarından ve doğum yerinden konuşan bir ruh taşımaktadırlar. Eğer istersek, bu mecazı daha ilerleterek hasarlanmış bir maneviyata bir zerre umut veren, tarihsel bir diriliş anlamına getirebiliriz.
Çizenel’in resimlerinde devamlı bağlantılar kurmak aslında kolay, ve yalnızca içeriklerinden dolayı değil, ama bunların yanısıra, bu içeriklerin nasıl yansıtıldığındandır. Bu, oldukça hassas çözümlü renklerin boya katmanlandırılması ile sırlanmasından, boyanın kullanılışı figüratif ve fotografik görselliğe, bazen sanal gerçeklik hissi vermesinden ve görsel dilin, bazen yanyana veya üst üste kullanılan, resmin temel unsurları olan çizgi, düzlem, üç boyutluluk ve tonlarından dolayıdır. Bütün bu öğeler ve dahası bir araya gelince, kendi gerçekliği bağlamında bir gizlilik/müphemiyet oluşturur. Mübadele ve ayrılmazlığı, daimî temanın parçası olarak içseldir. Bu resimler aynı anda iki değişik alanda bulunabiliyorlar, esasında bu sayı üçtür. Her zaman dış cephe alanını sürekli olarak/mütemadiyen kapsarlar. Biz, seyirci olarak çeşmenin önünde dururuz, böylece o entegral alanın bir parçası haline geliriz. Çizenel’in çeşmeleri hem kavramsal hem de anlatımcıdır. Onlar aynı zamanda düşünceli, dalgın, dikkatli ve duygulandırlar.
Bu mübadele ve ayrılmazlık ikiliği belki de en etkileyici olarak Çizenel’in su tasvirlerinde tanımlanmıştır.
Suyunun gücü kısa, keskin ve canlı çizgileri heycanla kullanışından kaynaklanıyor. Bu resimlerin kaldırabilecekleri duyarlılık sese, sıcağa ve ışığa eşdeğerdir. Bu sular musluklardan fışkırıp, yanan bir meşaleden çakan kıvılcımlar gibi yüzeye sıçrıyor. Alevler kaynak kaynak, yama yama, sular ise diri ve hasiyetlidir. İnsan, resmi animasyona tutuştururken, suyun sesini duyarmış gibi oluyor. Fışkıran, parıltılı su, ateş gibi kıvılcımlanırken, gözle görülebilir ve gizemlilik arasında rol değişimi uyandırırlar. Bazı zamanlarda çeşmenin taşı soğuk ve suyu ise göz yaşları gibi sıcak hissiyatını uyandırır. Bazı zamanlarda ise, havza sıcaklıkla hararetlenir ve suyu soğuk, serinletici ve sulak kılar. Zaman zaman çeşmeler erimiş, altınlarla sıvanmış alevlerle yanarken, bazen ise donmuş buz heykelleri yapısında barındırır. Cesurca musluktan sıcak nefeslerini boşaltırlar. Ya da soğuğa vaziyet alarak ya da buharla taşın nabzına yeniden hayat ve sükûnet getirmek üzere yeltenirler. Ara sıra suyun taşdığını, çeşme taşını aşan akma halinde eritene kadar çağladığını görüyoruz. Başka bir resimde, su formu eritme dışında herşeyden sorumlu/mesul durmaktadır. Su hava fişekleri gibi musluklardan patlayarak, geride ışık ve gölgeleri yumuşak yapılar halinde resim yüzeyinde karşıdan karşıya dans eder. Ateşin ve suyun dönen-beyaz bir fırtınanın tutuşması karanlığı aydınlatıyor.
Hepsinde de uçsuz bucaksız bir ferahlık duygusu vardır.
Ferahlık; çünkü kuruma hissi ve ölüm korkusu artık ortadan kaybolmuştur.
Doğal olarak su ve ateş iki önemli arıtıcıdırlar. Su, özellikle akan su temizleme, tenzih, af, vaftiz ve verimlilik sağlar. Durgun olduğunda, harikulade özelliği hafızasıdır. Karşı karşıya geldiği herşeyi en nihai şekilde masseder. Akıcı bir güç olarak fiziksel ve etere numuneleri bozar. Diğer yandan ateş, kendi kendini arındırır. Eskiler, yenilere yer açmak için yakılır. Halbuki birlikte, ikisi arasında bütün kozmik zıtlığı ve en yüksek düzeyde birlikteliği/ikisi-bir-aradalığı temsil eder. Bir başka deyişle; birlik, entegrasyon ve karşıtların ahengini kurar. Ateş ile suyun birliği; simyasal anlamda ruhsal değişiminin tüm sırrını taşır.
Bizim su içerken ellerimizi ıslak tutma arzumuz gibi, elde kaba yontulmuş bu tekneler de ayni şekilde suyu kavrıyor. Suyumuzu tutan unsurlar olarak, bizim fiziğimiz bu havzalara çok benziyor. Hayat hikayelerimiz suyumuz tarafından emilmiş ve yansıtılmıştır. Biyografimiz, biyolojimiz haline geliyor. Bu ateş damarlarımızdadır. Çizenel’in öne sürdüğü düşünce yenilikleri içebilmemiz ve kendimizi dönüştürebilme gücüne sahip olmamızdır. Ve böylece, dünyada geriye kalanları da değiştirebilmemizdir.
Bu çalışma açılışlardan söz ediyor; muslukların suyu salıvermek için açılışı, geçmişe dönüş açılışı, geleceğe doğru açılışı, kendi içindeki bir ana açılışı. Yasemin çalışmasının (A lost Momant / Kayıp An) anımsatıcı kokusunu yaymak için açılışı gibi. Çizenel en büyük teselliyi bu memleketin kayıtsız şartsız neşesini ve hayatını kutlayarak buluyor. Bunlara teyakkuz/eylem hali, rikkat/acıma duygusu/zarafet ve kalbin şevhetiyle ilgi gösterip, herşeyin kırılganlığını ve geçiciliğini anımsatarak, bu kısa süreli geçiciliği bağrına basıyor.
Bu resimlerini, Çizenel çeşmeler üstüne işlemiştir. Bir işlemi ekmiştir ve meselin söylediği gibi; “Ekilen bir davranış, biçilen bir tabiat; ekilen bir tabiat, biçilen bir kişilik; ekilen bir kişilik, biçilen bir tecel.”
(1.) Bu metin 2006 yılında Lefkoşa’da gerçekleşen sergi kataloğunda yayınlanmıştır. Spanos, Thereza. “Portrait of a drinking fountain-a sensory journey”. Trans., Esra Plümer Bardak. Intercollege The Art 4 Exhibition, Nicosia, 2006, Exhibition Catalogue.